İslam ümmetinin yetiştirdiği güzide şahsiyetler ya zalim ve kâfirlerin hedefi olarak şehid oldu ya da verdikleri uzun mücadele yıllarının ardından bitkin düşüp ruhlarını Rablerine teslim ettiler. Şubat ayının bu kutlu kervanın son müntesibi ise Şeyh Ömer Abdurrahman oldu.
Şubat soğuğunu canlarıyla, kanlarıyla kesen mümtaz şahsiyetler arasında yerini alan Şeyh Ömer Abdurrahman, 1993’te New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne düzenlenen saldırının ve bazı bombalama eylemlerinin sorumlusu olduğu iddiasıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırılarak 23 yıldır ağır şartlar altında tutuluyordu.
Donald Trump’ın yönetimi devralmasının
ardından cezaevi şartları daha da ağırlaştırılan Abdurrahman, ailesiyle
yaptığı son telefon görüşmesinde radyosuna el konulduğunu, ilaçlarının
verilmediğini ve sağlık durumunun kötüye gittiğini belirterek bunun
belki de son konuşması olabileceğini söylemişti.
Hayatı mücadele içinde geçen ve
defalarca Mısır zindanlarında hapsedilen, Mısır firavunu Enver Sedat’ın
öldürülmesine fetva vermekle yargılanan Şeyh Ömer Abdurrahman’ın son 23
yılı ABD zindanlarında geçti.
10 aylıkken gözlerini kaybetti
Ömrünü İslami çalışmalara adayan Ömer
Abdurrahman, 3 Mayıs 1935 yılında Mısır’ın Dekahliye vilayetinin el
Menzile merkezine bağlı el Cemaliyye’de dünyaya geldi, ancak dünyadaki
sıkıntılarla mücadelesi henüz 10 aylıkken gözlerinin kör olmasıyla
başladı. Beş yaşında “Nur Körler Medresesi”nde eğitim hayatına başlayan
Abdurrahman, 11 yaşında Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. On yıllık eğitimin
ardından El-Ezher’in ilkokul ve lise diplomasını alan Abdurrahman, lise
eğitiminin ardından Ezher Üniversitesi Usûluddîn Fakültesine yerleşti.
Abdurrahman, orada da beş yıl öğrenim gördükten sonra 1965 yılında Şeref
takdiri ile mezun oldu. El-Ezher’de öğretim görevlisi olmak isteyen
Abdurrahman, o yıl alım olmadığı için Vakıflar Bakanlığı bünyesinde el
Feyyum vilayetinin bir bölgesine imam olarak atandı. 20 bin nüfuslu
bölgede halkın camiye ve cemaatle namaza dikkat etmediğini gören
Abdurrahman, yaptığı irşat çalışmasıyla kısa sürede cami cemaatinin
sayısını arttırdı.
İmamlığın yanı sıra eğitimini de
sürdüren Abdurrahman, Mısır’da “Diploma” diye bilinen Yüksek Lisans
Öğrenimi görerek 1967 yılında hazırladığı “Haram Aylar” teziyle master
diplomasını aldı.
Mısır istihbaratının takibatı başlıyor
Yüksek lisansını tamamladıktan sonra
vilayet merkezine gezici vaiz olarak atanan Abdurrahman, cami cami
dolaşarak insanları irşad çalışmalarına başladı. 1968 yılında fakülteye
asistan olarak atanan Abdurrahman, camilerdeki vaaz ve hutbe
çalışmalarına da devam etti. Verdiği vaaz ve hutbelerde Mısır rejimini
ve uygulamalarını eleştiren Abdurrahman, Cemal Abdunnasır zamanında
istihbarat ve emniyetin takibine girmeye başladı. Verdiği hutbelerin
ardından sık sık ifade vermeye çağrılan Abdurrahman, bu takibatlarla
ilgili olarak daha sonra şunları söyleyecekti: “Hutbelerimde Firavun’dan
söz ettiğim zaman, hükümet görevlileri bununla Abdünnasır’ı
kastettiğimi sanıyorlardı. Abdünnasır yönetimine karşı eleştirilerim gün
geçtikçe arttı. Tenkitlerim arttıkça polise çağırılmam da o derece
sıklaştı. Nihayet 1969’un sonunda Ezher’e çağırıldım. Üniversite genel
sekreteri ile görüştüğümde; geçici olarak -maaşım devam etmek kaydıyla-
açığa alındığım haberini verdi. Böylece askerlerin cephesindeki cezaî
uygulamanın sivillerin cephesine geçtiğini anlamaya başladım.”
Abdunnasır’ın cenaze namazı kılınmaz fetvası
Bir süre sonra üniversitedeki görevine
iade edilen Abdurrahman, kimi zaman açıktan kimi zaman gizliden de olsa
camilerde vaaz ve hutbe vermeye devam etti. Abdunnasır ölünce verdiği
hutbede Abdunnasır’ın cenaze namazının caiz olmadığını belirterek halkı
cenazeye katılmaktan men eden Abdurrahman, tutuklanarak zindana konuldu.
Bu ilk zindan deneyimi 8 ay süren Abdurrahman, sonraki yıllarında da
açılan soruşturmalar nedeniyle birkaç defa daha tutuklandı.
Zindandan çıktıktan sonra üniversitedeki
görevinden alınarak Minye’ye lise öğretmeni olarak gönderilen
Abdurrahman’ın okul dışında İslami çalışmalarda bulunmasını engellemek
için her yola başvuruldu. Okul yönetimi tarafından kimse ile görüşmemesi
için sık sık tehdit edilen Abdurrahman buna rağmen hem İslami
çalışmalarını sürdürüyor hem de eğitim hayatını sürdürerek bu dönem
içinde yarım kalan doktora eğitimini gizlice tamamladı. Haftada iki gün
gizlice Feyyum’daki Usülü’ddin Fakültesine giderek doktora tezini
tamamlamaya çalıştı. Fakülte dekanının da yardımıyla tüm engellemelere
rağmen “Tevbe Sûresi’nde Kur’an’ın Düşmanlarına tavrı” konulu doktora
tezini tamamlayan Abdurrahman, istihbaratın engellemesi nedeniyle
asistan olarak atanamadı. Üniversite yönetiminin bu engellemelere itiraz
etmesi üzerine 1973 yılında başladığı üniversite derslerini 1977 yılına
kadar sürdürdü. Arabistan’ın daveti üzerine Riyad Üniversitesinde
Külliyetü’l Benat’a (Kızlar Fakültesi’ne) giden Abdurrahman, 1980
yılında tekrar Mısır’a döndü.
Enver Sedat’ın öldürülmesinden sorumlu tutuldu
Mısır’a dönmesinden kısa süre sonra
hakkında tutuklama emri çıkarılan Abdurrahman, 1981 yılında Enver
Sedat’ın öldürülmesinden sorumlu Cemaati İslami Emiri olarak Askeri
Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılandı. Verdiği fetvada Enver
Sedat’ın ismini kullandığı ispat edilemediği için tüm suçlamalardan
beraat eden Abdurrahman, 2 Eylül 1984 yılında tahliye oldu.
Cezaevinden çıktıktan sonra bir yıl
süreyle ev hapsinde tutulan Abdurrahman, 1985 yılında yeniden
tutuklandı. Aynı yıl serbest bırakılan Abdurrahman’a yönelik baskılar
artarak devam etti.
Afganistan’a gitti
1980’lerin ortalarında Sovyetlerin
işgaline karşı direnişin devam ettiği Afganistan’a giden Abdurrahman,
Abdullah Azzam ve Usame Bin Ladin ile birlikte başka ülkelerden gelen
gönüllüleri cepheye gönderen Mektebul Hadamatı (Hizmet Bürosu) kurdu.
Gönüllüleri cepheye gönderen Abdurrahman, iki oğlunu da savaşmaları için
Afganistan’a çağırdı.
1989 yılında gittiği Mısır’da yeniden
tutuklanan Abdurrahman, kısa süre sonra bırakıldı. 1990 yılında gittiği
Suudi Arabistan’ın kendisini kabul etmemesi üzerine Sudan’a giden oradan
da ABD’ye gidip yerleşen Abdurrahman, burada da İslami çalışmalarını
sürdürdü. ABD’de başlattığı davet çalışmalarını İslam ülkelerinin yanı
sıra Filipinler, İsviçre, Almanya, İngiltere, İsveç, Danimarka ve Kanada
gibi ülkelerde verdiği konferanslarla sürdüren Abdurrahman’ın
çalışmaları ABD’yi rahatsız etmeye başladı.
Mısır zindanlarından ABD zindanlarına
Ömer Abdurrahman’ı tehdit olarak gören
ve takibe almaya başlayan ABD istihbaratı, aradığı fırsatı 1993 yılında
New York şehrindeki Ticaret Merkezinin bombalanması ile buldu. Ömer
Abdurrahman, sonradan “ABD istihbarat elemanı olduğu ortaya çıkan
tanıklarla” bombalamanın emrini verdiği suçlamasıyla 1995 yılında
tutuklandı.
Abdurrahman, ABD’nin yıkılması için
çalışmak, ABD’de askeri tesislerin bombalanmasının yanı sıra Mısır
Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in öldürülmesini planlamak suçlamasıyla
ömür boyu hapse mahkûm edildi.
Tekerlekli sandalyeyle hücre cezası
Gözlerinin görmemesinin yanı sıra şeker
hastası, pankreas kanseri, tansiyon, romatizma ve sürekli baş ağrısı
gibi hastalıklarına rağmen cezaevinde de rahat bırakılmayan Abdurrahman,
zaman zaman yaptığı açlık grevleriyle bu kötü koşulları protesto etti.
Hareket kabiliyetini yitirmesinden
dolayı hapis hayatını verilen hücre cezalarıyla tekerlekli sandalyede
geçiren Abdurrahman, yazdığı bir mektupta yaşadıklarını şöyle
özetliyordu: “Benim tutuklu bulunduğum hapishanedeki şartlar çok kötü ve
ben aşırı derecede zayıf düştüm.
Onların dini özgürlükler ve ibadet
özgürlüğü konusunda talep ettikleri tamamı haksızca. Ben Ekim 1995’de
yakalandığımdan beri Cuma namazı kılma iznine dahi sahip değilim ve hata
cemaat halinde hiç namaz kılmadım.
Ben aylardır, saçlarımı ve tırnaklarımı
kesmeye gitmiyorum. Benim şartlarımda birisi hiç kimsenin eşyalarını
düzenlemek için yardım etmeksizin, hücre hapsine çarptırılmıştır.
Benim gecesiyle gündüzüyle konuşabilecek
kimsem yok, hücrem herkese kapatıldığından beri, ne diğerleriyle
sosyalleşmeme izin veriyorlar, ne de bırakın Müslüman olmasını, Arapça
konuşabileceğim kimseyle… Ben gece ve gündüz bu şekilde duruyorum. Bu ne
yalnızlık, bu ne zulüm? Bu, onların çokça övündüğü ve yayın akışlarını
ve haber mecmualarını doldurdukları insan hakları mıdır, bize işkence
yaparak bu şekilde bizi susturmak veya sesimiz kesmek midir?”
23 yıldır ağır şartlar altında zindanda
tutulan Abdurrahman, Trump’un yönetimi devralmasının ardından ilaçları
da kesilerek adeta ölüme terk edildi. Bir süre önce ailesiyle telefonda
görüşen Abdurrahman, bunun belki de son konuşması olabileceğini
söylemişti. Ve bu konuşmadan kısa sonra Şeyh Ömer Abdurrahman hakka
yürüdü.
Mısır’da Müslüman Kardeşler’den sonra
adını en çok duyuran ve güney bölgelerinde etkin olan Cemaat’ül
İslamiyye’nin manevi lideri olan Ömer Abdurrahman’ın Muhammed, Ahmed,
Abdullah, Fatıma, Abdurrahman, Usame ve Hasan isminde yedi çocuğu vardı.
Hayatını muallim, mücahit ve zahit olarak yaşadı
Eşi yazdığı bir mektupta Ömer Abdurrahman’ı, şu sözlerle anlatmıştı:
“Oysa sen de bazı üniversite hocalarının
yaptığı gibi devam eden eğitim faaliyetleri ile hayatını yaşayabilir,
öğrencilere ders notlarını satarak gelir elde edebilirdin… Ama sen bunu
yapmadın… Aileni Allah’a ve korumasına bıraktın… Eğer O olmasaydı, biz
gerçekten bir trajedi yaşardık… Sen üniversitede hoca iken, kazanç
sağlamak için bugün yapıldığı gibi yapmadın, kendi ders notlarını veya
kitabını basmayı reddettin… Bunun yerine öğrencilerine: “Güvenilir ve
tanınan herhangi bir tefsir kitabını okuyun, sonuçta hepsi aynıdır”
dedin…
Sevgili eşim! Sen hayatını muallim,
mücahit ve zahit olarak yaşadın… Biz seni hep cesur, sabırlı, oruçlu,
gece namazlarına kalkan ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyen biri
olarak tanıdık. Sen ömrünün uzun bir bölümünü Feyyum’daki evinde
gözaltında ve dışarı çıkma yasağıyla geçirdin… Herkes senin sevincinin,
cemaatle namaz kılmak, salih Müslümanlarla buluşmak ve insanlara doğru
yolu göstermek olduğunu biliyordu… Ama sen, yaşadıklarına tahammül edip
sabrettin ve Allah’ın takdirine razı oldun… Ta ki şafak yeniden atana
kadar… O zaman sen davetin ve sevdiklerinle buluşmak için bir kez daha
dışarı çıktın…
Sevgili eşim! Şüheda Camiinin kuşatıldığı günü hatırlıyorum. O gün sen yere düşmüş ve başına gelenler gelmişti… İnsanların hepsi sana bakıyorlardı, sen ise âmâ bir hocaydın. Kur’an okuyuşun onları ağlatıyordu… İşte o insanlar, yerden sürüklenen hocalarını ve liderlerini görüyor; ama bir şey yapamıyor ve onu savunamıyorlardı… Ona yapılan bu çirkinlikler karşısında sadece ağlıyorlardı… Lisan-ı halleri, onun yere düşen beyaz sarığı için şöyle diyordu: Eğer beyaz olmasaydı, onunla alay etmezlerdi. Fakat dine saygı yok olup gitti. Senin başından işte böyle şiddetli sıkıntı ve zorluklar geçmişti… Sanki hiçbir şey olmamış gibi bunlar da diğerleri gibi geçip gitti… Senin lisan-ı halin ise şöyle diyordu: “Artık bana güzel bir sabır gerekiyor. Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah’tır.”