- 8/27/2024 11:42 AM
Geçen sene bu vakitlerde
Rahmet-i Rahman’a kavuşan Merhûm Muhammed Mursi ile ilgili o günlerde yazılan
beş bölümlü yazı dizisinin, bazı tasarruf ve güncellemelerle beraber, tekrar
yayınlanması ihtiyacına binâen...
H Mübarek’in, halk ayaklanması sonucu devrilmesi ve akabinde gelişen seçimlerle yönetime gelen Merhûm Mursi ve bağlı olduğu İhvan ile ilgili eleştirilere karşı ‘âdil şahitlik’ adına...
Allah rahmet eylesin, evet, Mursi şehit oldu!
Yakın tarihteki İslami hareketin ve özelde de İhvan tarihinin sembolleri arasında yer edinmiş oldu.
Kendisine ‘şehit’ diyoruz, zira Allah yolunda ‘esaret altındayken ölen’lere de fıkhen ‘şehit’ denildiğini biliyoruz.
Kuşkusuz şehadet de, muhaceret de, esaret de, tümü Müslümanların karşı karşıya kalageldiği şeyler. Yine hak ve batıl ehlinin mücadelesi de kıyamete dek devam edecek.
Buraya kadar ki kısmı ile ilgili hususlar zaten sünnetullahın bir gereği...
Belki yaşadığımız, geçici de olsa, asıl sıkıntı; sadece mazlumca eziyete uğramışlık ve de firak üzüntüsü...
Zira Peygamber (as) de Yasir ailesinden başlayarak, ashabın yaşadığı şehadet gibi musibetlerden ötürü epeyce üzülmüştür.
Ayrıca küçük çocuğu İbrahim’in dünyadan irtihalinden ötürü ayrılık acısı da çekmiştir.
“Kuşkusuz göz yaş döker, kalp de mahzun olur,
Ve bizler firakınla mahzunuz...!”
Lakin konuşulması gereken husus, kanımca İhvan’ın ‘şiddet kullanmamak’ ile ilgili politikası...
Özellikle de son yedi yıldır süren vahşi darbeden itibaren tekrarla ve de çok kişi tarafından dillendirilen eleştiri; İhvan’ın ‘pısırıklık’ yahut ‘pasiflik’ veya ‘şiddetten uzak kalmayı tabulaştırma’ şeklinde.
Evet, Müslümanların, İslami hareketlerin İslam’ın sabitelerine aykırı olmadığı sürece kullandığı meşru yöntemler farklılık arz eder ve bu gayet de tabiidir.
Lakin buradaki ölçü, ‘ümmet için en uygun’ olanının tespit edilmesidir.
Yani faydaları cihetiyle ‘en yararlı’ ve menfilikler noktasında da ‘en az zararlı’ olanın belirlenmesidir.
Bunu tespit ederken de şer’i sabitelere uygunluk haricinde önceliklerin, vakıanın/realitenin, gelecekte neye evrileceğinin ve de kâr ve zarar muvazenesinin, dengesinin dakik bir şekilde belirlenmesi gerekecektir.
Demek ki, kullanılacak yöntem belirlenecekken asıl dikkat edilmesi gereken husus; hangisinin ümmetin maslahatına uzun vadede daha uygun olacağıdır.
İşte tüm bu hususları göz önünde bulundurduktan sonra şu an her bir tarafı yağmalanmış bulunan Suriye, Yemen ve Libya gibi Müslüman beldelere Mısır’ın eklenmesinin, Allah aşkına, İslam alemine ne katkısı olacaktır!?
Ümmetin maslahatı; Mısır’ın böyle bir haletten uzak tutulmasında mıdır yoksa onu da böyle bir netice verme ihtimali yüksek olan bu tarz bir maceraya sürüklemede mi?
Bununla birlikte göz önünde bulundurulması gereken çok önemli başka bir husus da; bu tarz bir yöntemi tercih eden İhvan’ın bu kararı tek başına mı aldığı, yoksa muteber İslami hareket ve ilmi heyetlerle ortaklaşa mı yaptığı hususudur ki; Mısır Cemaati İslami’si başta olmak üzere mezkur yapıların, sürecin başından beri İhvan’la beraber oldukları hatırlandığında böyle bir istifhama yer kalmadığı anlaşılacaktır.
Zaten, bilenler de bilir ki, yakın zamana kadar kararlarını beraber alıyorlardu.
Belki kaçırılmaması gereken bir başka can alıcı soru da; İhvan’ın “şiddetten uzak kalayım” derken liderlik ve tabanının dünya rahatına mı çekildiği yoksa “şiddet kullanma”nın yükünden çok daha ağır sonuçları olan büyük mihnetlere mi kucak açtığı sorusudur ki, sanırım hiç bir selim akıl sahibi bunun cevabında ihtilaf etmeyecektir.
Her halde Merhum Mursi’nin, öncesinde Muhammed Mehdi Akif’in ve belki de sırasını beklemekte olan Genel Mürşid Muhammed Bedi’in ve de aynı musibeti yaşayan tüm arkadaşlarının durumu buna en güzel şekilde şahitlik etmektedir.
Evet, meseleye, İslami hareketlerin kullanacakları yöntemlerin; tıpkı sabit olmayan diğer şer’i hükümlerde olduğu gibi; zaman, mekan ve şahıslara göre değişiklik arz edeceğini kabul eder bir nazarla bakmalıyız.
Buradaki oraya, oradaki de buraya şu zamanda uymayabilir.
Evet, Mısır’daki hain darbenin üzerinden geçen bu son yedi yılda, Mursi ve İhvan ile ilgili, karşılaştığım en sık eleştiri; ‘iktidarda kaldığı bir yıllık süre içerisinde hiçbir şey yapmadıkları’ şeklinde.
Pek tabii ki, her kişi ve yapı tahlil edilip eleştirildiği gibi Mursi ve İhvan Hareketi de eleştirilip değerlendirilmelidir.
Eksikleri ve yanlışları tespit edilmeli, başta onlar olmak üzere tüm İslami hareketler, geçirmiş oldukları evrelere bundan sonraki süreçlerde ibret alacakları bir nazarla bakmalıdır.
Buraya kadarki kısmında elbette hiçbir problem yok, bilakis yapılması zorunlu hususlar.
Lakin bu meselede benim dile getirmek istediğim nokta; yapıldığı halde bilinmeyen/görülmeyen, salt kendi koşullarına kıyaslamaktan ötürü yanlış değerlendirilen hususlar.
Ve de bunun üzerinden İhvan ve Mursi’ye yönelik dile getirilen çoğu yersiz ve haksız suçlamalar.
Tam da mezkûr hadiselerin yaşandığı dönemde Mısır’da bulunmuş biri olarak bu yanlışı gidermeyi kendi adıma bir borç ve yükümlülük olarak addediyorum doğrusu.
Tunus devriminden sonra görüştüğümüz Gannuşi, “Elli yıllı çalınan halkın, devrim sonrasında iş başına gelen yöneticilerden bunu beş günde telafi etmesini beklediği” tespitinde bulunmuş ve de bu sebeple ilk tesis ve geçiş sürecinde direkt yönetime tek başına talip olmaktansa, “devrimci diğer güçlerle koalisyon ve paylaşım” yolunu seçmenin daha isabetli olacağını söylemişti.
Aynı şeyi Mısır’daki İhvan da düşünmüş, “Mecliste olanca gücüyle bulunmayı önceleyip direkt yönetimi uzlaşma yoluyla belirlenecek olanlara bırakarak devrim sonrası ilk geçiş sürecini idari sorumluluk almadan atlatma” kararını almıştı.
Bu bağlamda, “başkan adayı çıkarmayacağını” da henüz ilk devrim gösterileri sürerken ve Hüsnü Mübarek’in de gitmemek adına son çırpınışlarda bulunduğu sırada herkese ilan etmişti.
Hatta hareketin rağmına başkan adayı olacağını açıklayan Abdulmun’im Ebulfutuh’u kararından dönmeye çağırmış, bunda ısrarcı olunca da Cemaatten ihraç etmişti.
Akabinde ilk parlamento seçimlerine girmiş, %75’ini İslamcıların elde ettiği meclisin neredeyse yarısını %45 ile almayı başarmıştı.
Lakin askeri konseyin süreci olabildiğince uzatıp Başkanlık seçimini bir türlü yaptırmaması,
Meclisin devrim sonrası çıkardığı tüm mühim kanunları Anayasa Mahkemesi marifetiyle reddederek tıkaması,
Sonradan perde ardında kendilerinin bulunduğu ortaya çıkan ve her biri yüzlere varan kişinin ölümüyle sonuçlanan büyük elim olayların akabinde devrimci gençliği ve Hristiyanları başta İhvan, İslamcıların aleyhine konumlandırıp kendisini güvenliğin tek teminatı olarak gösterme yoluyla, devrim güçlerini kendi lehine karşı karşıya getirmesi,
Tüm bu yollarla, gasp edilmiş haklarının verilmesini sabırsızca isteyen ve ama artık beklemeyen halkta oluşturulacak kaygıyla eski sistemin adamlarını tekrar yönetime getirmeye çalışması…
Kısacası askeri konseyin halkın devrimini çalıp daha güçlü bir şekilde istibdada geri dönmeye çalıştığının açıkça ortaya çıkması, bir şeyler yapma ihtiyacını ortaya çıkarmıştı.
Lakin süreç boyu yaşananlardan ötürü devrimci grupların güçlerinin dağılması, aynı anda birçok adayın ortaya çıkması gibi sebeplerle eski sistemin kalıntılarına karşı bunun hakkından bir tek İhvan’ın gelebileceği bilindiğinden başkanlık teklifi de onlara yapılmıştı.
İşte tüm bu sebeplerle hiç istemediği ve diğer İslami yapıların zorlamasıyla kendi Şura Meclisi’nde görüşmek zorunda kalıp sadece 4 oy farkla geçirmek durumunda kaldığı ‘Devlet Başkanlığı adayı gösterme’ işini İhvan fiilen üstlenme durumunda kaldı.
Evet, İhvan kendi grupsal maslahatı için değil, bilakis bile bile kendi zararına, salt diğer İslami yapıların ısrarlı talepleri ve insanlarının maslahatı amacıyla kerhen, yakın vadede sonu hiç de istenmedik sürece bu şekilde adım atmış oldu.
Sanırım ilk adımın özeti bu olsa gerek.
Aslında İhvan’ın ilk adayı Mursi değildi.
2012’deki Mısır başkanlık seçimleri için kerhen, eski devlet kalıntılarının geri dönmesine karşı özellikle de İslamcıların zorlamasıyla işe koyulan İhvan’ın ilk adayı, yine aynı yapıların talebiyle hareketin ikinci adamı durumundaki Hayrat Şatır olmuştu.
Lakin Yüksek Seçim Kurulu’nun reddedebileceğini göz önüne alarak, hemen Şatır’ın akabinde, her kesimle diyaloga girebilen uzlaşmacı kimliğiyle tanınan ve aynı zamanda ayaklanmadan sonra kurdukları Adalet ve Hürriyet Partisi’nin başkanı da olan Mursi’nin de aday olmasını istemişlerdi.
Beklendiği üzere, çok karizmatik kişiliği ve özellikle de gayet başarılı olduğu ekonomi alanında hazırlamış olduğu ‘kalkınma projesi’ ile tartışmasız, en güçlü aday olan Hayrat Şatır’ın adaylığı reddedilince Mursi’nin başkanlığa giden süreci fiilen başlamış oldu.
İlk turda ikinci sırayı alan eski dönemin son başbakanı Ahmed Şefik ile girdiği ikinci turda ipi göğüsleyen Mursi’ye, darbeciler ilk sürprizi Anayasa Mahkemesi eliyle, Parlamentoyu feshederek yapmıştı.
Bu şekilde, Mursi’ye ciddi zaman kaybettirerek hem kendileri darbe için vakit kazanmış, hem de onu ya Parlamentonun yetkilerini de kullanarak diktatörlük suçlamalarına maruz kalmak ya da bunu kullanmayarak işlevsiz kalıp hiçbir problemi çözememek gibi her cihetle sorunlu iki seçenek arasında muhayyer bırakmışlardı.
Lakin teenni ve hikmetle davranan Mursi işe, yeni bir kanuna ve de ayrı bir bütçeye ihtiyaç hissetmeyen ve halkın da en fazla sıkıntı çektiği ekmek, gaz, temizlik gibi sorunları çözmeye başlayarak koyulmuş, kendisine özellikle engel olan bürokrasinin rağmına mesafe almaya başlamıştı.
İlerlemesine tahammül göstermeye pek niyeti olmayan Amerika’nın kontrolündeki askerin kısa bir süre sonra, Ramazan ayında iftar açmaya hazırlanan 17 askerin öldürülmesini bahane edip olayı da HAMAS’a yıkmak yoluyla Mursi’yi devirme gerekçesi kılmak amacıyla düzenlediği tertibi, tam tersine bizatihi kendisi kullanıp askeri tasfiye etmeye vesile kılması, Mursi’nin en gözde icraatlarından birini teşkil edecekti.
Zira bu şekilde Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve tüm kuvvet komutanlarının da aralarında bulunduğu 70’i aşkın generali ve en az onlar kadar önem arz eden İstihbarat Müdürünü, Arap ülkelerinde eşine rastlanmayacak şekilde derhal görevden alacaktı.
Yine, önemli sayıda vali ve emniyet müdürünü görevden alarak yerlerine de aralarında İhvan ve Cemaati İslami’nin tanınan isimleri dâhil daha makul kişileri atayacaktı.
Hatta o günlerde iktidardaki onuncu yılını tamamlamak üzere olan Tayyip Erdoğan şunu diyecekti:
“Bizim 10 yıldır yapamadığımızı Mursi 10 günde yaptı.”
- SUAT YAŞASIN
DEVAMI YARIN