- 10/8/2024 3:53 PM
Programın öğleden önceki oturumunda Dr. Muhammed es-Sağir: "Aksa Tufanı’nın Uluslararası Toplum ve Örgütleri Üzerindeki Etkisi"; Dr. Teysir Süleyman: "Aksa Tufanı Cihadında Hafız Mücahitler"; Prof. Dr. Nurullah Kurt: "Aksa Tufanı’nın Filistin Davası’nın Geleceğine Etkileri" başlıklı sunum gerçekleştirdi.
Öğleden sonra gerçekleştirilen ikinci oturumda ise Dr. Salahaddin Babekir: "Aksa Tufanı’nın Sebepleri, Haklı Gerekçeleri"; Dr. Abdullah Maruf: "Aksa Tufanı Işığında Siyonist Projenin Geleceği"; Şeyh İmad Mubeyyid: "Aksa Tufanında Manevi Dinamikler ve Davetçi İnsanın Rolü", Araştırmaca Yazar Vahdettin İnce: "Kudüs'ün Selahaddin Eyyubi Tarafından Fethinin Gazze'deki Mücahitler Üzerindeki Olumlu Etkileri" başlıklı konuşma yaptı.
"Kudüs'ün fethinin önemi"
Konuşmasına "Kudüs'ün Selahaddin el-Eyyubî el-Kurdî tarafından fethinin Gazze'deki mücahitler üzerindeki etkileri ve Kürtlerin buradan çıkaracağı pay" başlığıyla başlayan Araştırmaca Yazar Vahdettin İnce, "Fethin önemini ve bunun genelde Müslümanlar, özelde Gazze'deki mücahitler üzerindeki etkisinin gücünü anlayabilmek için tekvini, teşriî ve bunun bir parçası olarak beşerî bir olguyu açıklamak gerekir. Her şeyin bir gayesinin olması gerçeği. Varlık bütünü, diğer adıyla mevcudat, oluşu ve hareketleri itibariyle amaçlıdır. Varlığın bütün olarak bir amacı olduğu gibi varlığın canlı cansız her parçasının da bir amacı vardır. Basit bir örnek verecek olursak: Dünya, varlığı itibariyle bir amaca yöneliktir. Yaşamaya elverişli olmak gibi. Bunun yanında dünya, kendi ekseni etrafında döner. Bunun amacı, gece ve gündüzün meydana gelmesidir. Öte yandan güneş etrafında da döner. Bu da mevsimlerin meydana gelmesine yol açar. Bu örneği ve daha başka varlıkların hareketlerini detaylandırmak mümkündür. Tabi, varlığın bu amaçlılığı tekvinidir. Yani, varlığın varoluşunun bir parçası, onun iradesi ve bilinci olmaksızın işleyen zorunlu bir yasadır. Ayette 'taw'an ew kerhen' diye ifade edilen durumun 'kerhen' kısmına girer." dedi.
"İnsan tekvini bir amaca göre hareket eder"
"Varlığın bir parçası olan insan da amaçlı bir varlıktır. İnsan da tıpkı diğer varlıklar gibi iradesinin, tercihinin belirleyiciliği söz konusu olmayan tekvini bir amaca göre hareket eder." diyen İnce "O da tıpkı diğer varlıklar gibi sergilediği bütün hareketleri, duruşları itibariyle kerhen bu tekvini amacı gerçekleştirir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran husus ise, zorunlu tekvini amacının yanı sıra iradi (taw'an) teşrii amaca da yönelik olmasıdır. Diğer bir ifadeyle insan, teşrii amacını gerçekleştirmeye çalışırken, aynı anda tekvini amacına da hizmet etmektedir. İslam ya da genel olarak vahiy, insana yönelttiği direktiflerle insanın iradi (teşrii) ve gayri iradi (tekvini) amacı arasında uyum, ahenk olmasını gerçekleştirir. İnsan bu uyumu gerçekleştirdiği oranda mutlu olur. Çünkü mutluluk, uyum, ahenk demektir." ifadelerini kullandı.
Kur'an Kıssalarında amaçlılık:
"Kur'an kıssaları, tarihin akışı içinde, özellikle beş ululazm (çığır açıcı) peygamberin hareketlerinde somutlaşan tekvini ve teşrii amaç uyumunu gözlerimizin önüne sermektedir." diyen İnce "Bu bağlamda genelde ilahi dinlerin, özelde İslam dininin insanın teşrii amacı ile varlığın tekvini amacı arasında nasıl bir uyum meydana getirdiklerini ve bunun insanlığın hayatına ne tür aşamalar kat ettirdiğini, hayata hangi değerlerini kattığını gözlemlemek için Kur'an kıssalarına ve oradan İslam tarihine göz atmak yeterlidir." şeklinde konuştu.
Âdem Kıssası
"Bir bütün olarak insanlığın dünya üzerindeki hayatı, Âdem'in (aleyhisselam) cennette iken işlediği bir hata (bir eşya ile hatalı diyalog kurma da diyebiliriz. Çünkü değer üretici bir ilişki değildi) üzerine başlamıştır." diyen İnce, sözlerine şöyle devam etti:
"Âdem, işlediği hatanın farkına varıp tövbe ettiği ve tövbesi de kabul edildiği halde, evrensel yasalar sistemi içinde tetiklediği süreç durmamış, yani insanın tekvini amacının ilk adımı başlamıştır. Onca güzellik, onca erdem, onca ıslah, karalar, denizler, gökyüzü, göz kamaştırıcı güzellikleriyle tabiat, insanlar, hayvanlar, otlar, çiçekler, lezzetler, hazlar ve bir bütün olarak yer yüzü medeniyeti, Adem'in kişisel amaca yönelik iradi hareketinin tetiklediği tekvini amacın göstergeleridir. Bu olayla birlikte tevhit, zerreler âleminden objeler âlemine taşınmış ve bir çekirdek gibi toprağa düşmüştür. Diğer bir ifadeyle mayalanma süreci diyebileceğimiz bu süreçle tevhit ailesel çerçevede yeryüzünde, insan hayatında etkin olmaya başlamıştır. İnsanlık da zerre âleminin bir tür bireyselliğinden aile çapındaki toplumsallığa geçmiştir. Buna paralel olarak da uyumuyla, iç çelişkileriyle ve doğayla kurulan ilişkileriyle medeniyetin ilk aşaması gün yüzüne çıkmıştır. Âdem kıssası, insanın yeryüzünde varoluşsal amacını (iradi ve gayri iradi) gerçekleştirme serüveninin yazıldığı medeniyet kitabının önsözü konumundadır."
Nuh Kıssası
"İnsan-eşya amaçlılığının, insanın tekvini ve teşrii amaçlılığının uyumluluğunun değer üretmenin en ilginç örneği herhalde insanlığın ikinci babası da sayılan Hazreti Nuh'un kıssasıdır." diyen İnce "Nuh'un kavmi, insanın tekvini ve teşrii amaçlılığının sahih çizgisinden sapmış, iradi ve gayri iradi amaçların uyumunu yitirmiş ve bunun yerine amaç olarak kendilerine birkaç put icat etmiş ve insanın tekvini ve teşrii amaçlılığını bu putların etrafında kısır bir döngüye döndürmüşlerdi. Nuh, kavmine 'O putlar sizin ve atalarınızın uydurduğu adlardır' derken, varoluşsal amaçlılığın, varlıkların tâbi oldukları evrensel yasalar sistemine dayanmasının gerekliliğini vurguluyordu. Değilse, o adlar kuru-verimsiz birer sözden ibaret kalırlar, diyordu. Nuh, vahyin 'gözleri önünde' bu uyumsuzluğa müdahale etti ve sahih amaçlılığın usulünü öğretti. Neticede Nuh, zeminini kaybetmiş, amaçlılığını fasit bir daireye mahkûm etmiş insanlığı sahih amaçlılık gemisine bindirerek varlık yasasına uygun hareket edebilecekleri bereketli zemine ulaştırdı. Nuh'un gemisinin oturduğu Cudi (Guti ülkesi/Mezopotamya-Kürdistan) insanlığın ilk medeniyetinin kurulduğu bir coğrafya olması tesadüf değildir." dedi.
İbrahim Kıssası
"İbrahim peygamber bu topraklarda doğdu. İbrahim'in (aleyhisselam), Kenan diyarında yaşarken, eşinin, cariyesini kıskanması sonucu, cariyesini çocuğu İsmail'le birlikte alıp Mekke'ye yerleştirmesi, iki kadının birbirlerini kıskanmaları şeklindeki iradi-teşrii amaçlılığın sonucu, huzur bulmak üzere atılan bu basit adım, İslam dininin zuhur ettiği topraklarda yeşeren muazzam medeniyetin, yani tekvini amacın gerçekleşmesinin tetikleyicisi veya zemin hazırlayıcısıdır." diyen İnce "İki kadın arasındaki kıskançlık duygusunun bir medeniyetin kuruluşunu hazırlayan olaylar silsilesinin başlangıcı olduğunu görüyoruz. Ayrıca bu olayla birlikte tevhit inancı aile dini olmaktan çıkıp daha büyük bir topluluk sayılan kabile toplumu ve kavimle tanışmıştır. Sonra bu kabilenin bir kolu, yiyecek ve barınma yeri temin etmek gibi teşrii bir amaç uğruna Mısır'a kadar uzanan bir yolculukla tekvini amacı tetiklediğini ve kabile düzeyindeki toplumu da daha komplike devlet kavramıyla tanıştırdığını görüyoruz." ifadelerini kullandı.
Musa Kıssası
"Mısır'da şehir kültürü ve devlet olgusuyla tanışan, böylece göçebe hayatının basit ve yalın ilişkilerini geride bırakıp karmaşık kent ilişkilerini yaşamaya başlayan İsrail oğulları, Mısır macerasından sonra Hazreti Musa aracılığıyla Filistin'e doğru yola çıkarıldıktan sonra tevhit dininin yerleşik toplumsal düzenin dini olmasının pratik modelini oluşturmuşlardır." diyen İnce "Zulümden kurtulmak şeklindeki iradi amaçlılık, tevhidin devlet dini (Davud ve Süleyman) haline gelmesi şeklindeki tekvini amacı tetiklemiştir. Tevhidin tek millete özgü olma süreci Hazreti İsa'nın peygamber olarak gönderilişine kadar devam etti." şeklinde konuştu.
İsa Kıssası
Araştırmacı -Yazar Vahdettin İnce, sözlerine şöyle devam etti:
"Hazreti İsa'nın teşrii amacı, İsrail oğullarını Allah'ın şeriatına göre hareket etmeye, dolayısıyla gelecek olan son peygambere uygun bir zemin oluşturmalarını sağlamaya yönelikti. Fakat Yahudiler tevhid üzerindeki tekellerini kaybetmek istemedikleri için İsa'ya karşı çıktılar. Bir kez daha tekvini amaç devreye girdi ve İsa'nın başlattığı hareket, Hristiyanlık şeklinde evrensel bir nitelik kazandı. Tevhit dini, kan bağını esas alan kavim aşamasından ümmet aşamasına adım atmış oldu. Bu aşamadan sonra da bu günümüzü şekillendiren ve geleceğimize de damgasını vurması muhakkak olan İslam ile Hıristiyanlık ilişkisi başlamış oldu. İslam ile Hıristiyanlık arasında genelde çatışma görünümlü ilginç bir ilişki vardır ve tam da yukarıda işaret ettiğimiz tekvini amacın bir tezahürüdür bu. Yani dinin, insan hayatında aşama kaydetmesinin, aynı zamanda insan hayatına da aşama kaydettirmesinin vesilesidir. Bu durum, iki dinin birbirleriyle fiilen yüzleşmeye başladıkları tarihten önce, Hıristiyanlığın ortaya çıkışından itibaren başlayan bir süreçtir. Yani Hıristiyanlık bir bakıma, İslam dininin etkinliği için zemin hazırlamıştır. Çünkü ilk defa fiili olarak tevhid, tek ailenin, tek kabilenin, tek kavmin, tek milletin dini olmaktan çıkmış ve birden çok milletin bağlanabileceği bir din haline gelmiştir. Hristiyanlık bunu sağlarken, kendinden de çok şey feda etmiştir. Tevhit bulanmış, Roma putperestliğinden kavramlar ve uygulamalar almıştır. İslam dinine gelince, Hristiyanlığın evrensellik uğruna feda ettiği tevhidi değerleri yeniden ihya etmiştir. Yani tekvini amaç ile teşrii amaç arasındaki ahengi yeniden kurmuştur."
"Peygamberlerin tamamının davetlerinin odak noktası Kudüs'tür"
"Bütün bu gelişmelerin merkezinde Kudüs vardır. Yukarıda sözünü ettiğimiz peygamberlerin tamamının davetlerinin odak noktası Kudüs'tür." diyen İnce "İbrahim'in, Musa'nın, İsa'nın, Hazreti Muhammed'in, kimisi fiilen, kimisi de hem manen hem maddeten yolu Kudüs'e uğramıştır. Kudüs, tevhid'in aşama kaydettiği bir mekandır. Tevhid mesajı Kudüs'le buluşmazsa evrenselleşemez, insanın tekvini amaçlılığı ile teşrii amaçlılığı arasında ahenk kurulamaz ve yeryüzünde mutluluk, ıslah, değer üreticilik eksik kalır. Tekvini amaç ile teşrii amaç Kudüs'ün şahsında buluşmazsa, varlığın bütünü ile birlikte insanın yeryüzünü imar etme amacı gerçekleşemez." dedi.
Kudüs'ün ikinci fatihi Selahaddin
"Resulullah'ın isrası ve miracı, Müslümanlara bu mesajı vermeye yöneliktir." diyen İnce "İlk Müslümanlar ve onlardan sonraki kuşaklar bu mesajı doğru anladılar ve Kudüs'ü fethederek süreci tamamladılar. Böylece insanın tekvini amacı ile teşrii amacı buluştu. Kudüs'ün ikinci fatihi Selahaddin'in bir Kürt olması Kürtler için bir iftihar vesilesi olduğu gibi, genelde İslam ümmetine, özelde Kürtlere bir mesaj da vermektedir. Kudüs, İslam ümmetinin egemenliği altında olmadığı sürece, genelde Müslüman milletlerin, özelde Kürtlerin peşinde oldukları mutluluğu bulmaları mümkün değildir. Çünkü mutluluğun şartı, tekvini ve teşrii amacın buluşmasıdır. Bunların buluştuğu yer de Kudüs'tür. Bugün bölgenin ve dünyanın ahenkten, yani mutluluktan, yani huzurdan yoksun olmasının sebebi, işte bu ayılıktır. Kudüs'ün tevhit ehlinin egemenliğinde olmamasıdır." ifadelerini kullandı.
"Kudüs, tekvini bereketin görüleceği bir yerdir"
"Yahudilere gelince, yukarıdaki kıssalardan ve Kur'an'ın onlarla ilgili olarak bize verdiği bilgilerden anlaşılacağı üzere, onların misyonu, Kudüs'e kadardır." diyen İnce "Çünkü ilk defa Kudüs'e girdikleri sırada onlardan 'hitta' (Bakara, 58) demeleri istenmiştir. 'Hitta' kelimesi, boyun eğmek, küçülmek, tevazu göstermek anlamlarına gelir. Kelimenin kökü itibariyle dikkat çeken bir anlamı da 'durmak'tır. Nitekim modern Arapçada 'durak, istasyon' anlamındaki 'Mahatte' de bu kökten türetilmiştir. Bu açıdan, onlara sizin misyonunuz burada bitmiştir denilmiş. Bundan sonra tevhidi, bir milletin üniter dini olmaktan çıkararak evrenselleştirecek ümmetin misyonu başlamıştır. Nitekim Kur'an'dan anladığımız kadarıyla Yahudiler bunu kabullenememişlerdir. Neticede Resulullah 'isra-miraç' gecesi bu misyonu devralmıştır. İsra suresinde bu hadiseden söz edilirken Kudüs ile ilgili olarak 'barekna hawlehu' (etrafını bereketli kıldığımız) ifadesi geçer. Bu ifade, yukarıda anlattığımız 'tekvini' amaçlılığa yönelik bir işarettir. Yani Kudüs, tekvini bereketin görüleceği bir yerdir. Müslümanların, özelde Selahaddin'in torunları Kürtlerin Kudüs sevdasının temelinde bu tekvini berekete, yani dinin evrensel hakimiyetine ulaşmak yatmaktadır. O yüzden ne zaman Kudüs, tevhit ehlinin elinden çıkmışsa, tekvini amaç ile teşrii amaç birbirinden kopmuş ve insanlık mutluluğa, huzura muhtaç olmuş, bereketsiz kalmıştır." şeklinde konuştu.
"Gazzeliler tevhidin mücadelesini vermektedirler"
Araştırmacı -Yazar Vahdettin İnce, sözlerine şöyle devam etti:
"Bugün misyonlarının bitmesini hazmedemeyen Yahudilerin Kudüs'teki hakimiyeti, varlığın iradi ve gayri iradi amacının sekteye uğramasını ifade ediyor. Bu yüzden tabii bir sevk olarak Kudüs, Müslümanların başlıca derdi haline gelmiştir. Şu toplantı, tevhit ehlinin bu ahengi yakalama amacının somut bir göstergesidir. Geçmişte ve günümüzde Kudüs'e yönelik bütün mücadelelerin temelinde bu amaç yatmaktadır. Bir yanda misyonlarının devam ettiğini iddia eden Yahudiler, öbür yanda varoluş amaçları olarak tekvini ve teşrii amaç arasında ahenk oluşturmanın bilincindeki Müslümanların mücadelesinin esasında bu olgu yatmaktadır. Kudüs'ün Yahudilerin elinde olması, Allah'ın, tevhidin, dinin, şeriatın bir milletin tekelinde olması, üniter, tekçi, ırkçı bir dünyanın kurulması ve insanlığın ırkçılığın girdabında boğulması anlamına gelmektedir. Bu bakımdan Gazzeliler, ırkçılığa, tekçiliğe karşı özgürlük mücadelesi verirken, aynı zamanda tevhidin evrenselleşmesinin, kardeşliğin, eşitliğin, adaletin ve değer üreticiliğinin de mücadelesini vermektedirler. Bütün Müslümanların ve özgür ruhlu insanların bu mücadeleye omuz vermesi, dünya ve ahiret mutluluğuna, tekvini bereketlere ulaşmaları için bir zorunluluktur."
"Kudüs yeniden özgür olacak"
"Geçmişte Müslümanlar, Selahaddin Eyyubi ve Kürtler ve tabi diğer Müslümanlar bunun mücadelesini veriyorlardı. Bugün Gazze'de bir avuç Müslüman da bu mücadeleyi sürdürmektedirler." diyen İnce "Şimdi Yahudilerin Kudüs hakimiyetinin gerçekleşme sürecini ve bugünkü Gazze mücadelesini ve İTTİHADUL ULEMA şahsında Kürt milletinin rolünü özetleyelim" diyerek sözlerini şöyle noktaladı:
"İlk olarak Filistin'de bir Yahudi devleti fikri doğduğu günlerde denklem şöyleydi: israil- İslam alemi. Osmanlının şahsında İslam birliği mevcuttu ve bu denklem israilin aleyhineydi. Bu yüzden bildiğiniz bir dizi olaylar neticesinde Osmanlı tasfiye edilerek denklem biraz daha küçültüldü:
İsrail-Arap alemi. Görüldü ki bu denklem de israil için fazla büyük. Arapların güçsüzleştirildiği bir sürecin ardından bir ölçüde mizansen şekilde devreye sokulan savaşlarla Araplar hezimete uğratıldı ve bu denklem de israilin lehine bozuldu. Yeni denklem daha küçüktü:
israil-Filistin. Artık FKÖ şahsında Filistin vardı israil karşısında. Düşünülen şey, çeşitli manevralarla Filistin'i gündemden çıkarmaktı. Nitekim Oslo süreciyle birlikte bu denklem de devre dışı kaldı. Yeni denklem şöyle oluştu:
israil-HAMAS (Gazze). Bu denklem de abluka, ambargo, yıpratıcı ve bıktırıcı baskılarla devre dışı bırakılarak israil sahnede tek başına kalacaktı. Düşünülen şey buydu. Ancak varlığın özündeki tekvini amaç HAMAS'ın mücadelesiyle birlikte Müslümanların gönlünde yeniden uyandı ve şu anda denklem yeniden başa dönmenin işaretlerini veriyor. Yani, israil-İslam alemi.
İran, Lübnan Hizbullahı ve Yemen Husileri gibi fiili mukavemet ile İTTİHADUL ULEMA şahsında Selahaddin'in torunları Kürtlerin muhteşem desteğiyle evrensel özgürlük meşalesini yakmış bulunuyor. Kudüs yeniden özgür olacak ve insanlık Yahudi'nin tekçi, parçalıyıcı, ırkçı, tevhidi durdurucu egemenliğinden kurtulup Selahaddin'in torunlarının eliyle evrensel özgürlüğüne kavuşacaktır."