"Beşikten Mezara Kadar İlim"

"Beşikten Mezara Kadar İlim"
"Beşikten Mezara Kadar İlim"

MOLLA ABDULKUDDUS YALÇIN

“De ki: Rabbim! ilmimi artır!” (Taha: 113)

Hz. Ebu Zer radiyallahu anh anlatıyor: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana dedi ki: “Ey Eba Zer! Allah’ın kitabından bir ayet öğrenmen yüz rek’at (nafile) namaz kılmandan daha hayırlıdır. Ve ilimden bir konuyu öğretmen -kendisi ile amel edilsin veya edilmesin- senin için bin rek’at namaz kılmandan daha hayırlıdır.” (İbn-u Mace)

İslam, tabiatı gereği onu kabul edip ona sarılan ümmete eğitimli olmasını, içindeki kültürlü olanların yüksek oranda olmasını, cahillerin düşük ya da sıfır oranda olmasını farz kılar. Çünkü bu dinin prensipleri öyle gerçeklerdir ki hikmet dolu bir kitaptan ve kapsamlı bir sünnetten çıkarılıyor. Bu prensiplerin çıkarılması da sadece okumakla olmaz aksine içinde bol miktarda zeki anlayışların, yüksek üslupların ve güzel edeplerin bulunduğu bir ümmet olmalıdır.

Doğrusu İslam için ilim, insan için hayat gibidir. Bu din ancak olgunlaşmış eğitime ve isabetli düşünceye sahip olanların yanında karar kılabilir.

Kur’an-ı Kerim’den ilk nazil olan ayetler Allah Teâlâ’nın Peygamberine (sallallahu aleyhi ve sellem) söylediği şu buyruktur:

Oku! Yaratan Rabbinin adıyla. O, insanı pıhtılaşmış bir kandan yarattı. Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmedikleri şeyi öğretti. (Alak: 1-5)

İşte bu, kalemin değerini yükselten, ilmin kıymetini vurgulayan, gafil cahilliğe savaş açan ve okuyup öğrenecek her büyük adamın inşasına ilk tuğlayı yerleştiren ilk haykırıştır. (Huluk-ül Müslim: Muhammed Gazali)

Bu naslardan ve açıklamalardan İslam’ın cehalete tahammülünün olmadığını, cehaletle hep savaştığını ve cehalet ile hiçbir zaman barışmadığını anlıyoruz.

Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor:

  • “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım!” (Bakara: 32),
  •  
  • “Sakın cahillerden olma!” (En’am: 35),
  •  
  • “Sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hud: 64)

Aynı şekilde eğitimi, ilim öğrenmeyi de farz kılmış ve hep teşvik etmiştir.

Hz. Enes’ten (radiyallahu anh) rivayet edilmiştir. Dedi ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İlim taleb etmek her Müslümanın üzerine farzdır.” (İbn-u Mace)

Bundan dolayı devamlı olarak aklı ilim ve irfan ile desteklemeye yönelmek Müslümanın üzerine farzdır. Göğsünde hayat nefesleri hareket ettiği ve nabızları kanı damarlarına pompaladığı müddetçe, durmadan bu vazifeyi yerine getirmeye çalışmalıdır.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ara mescitte iken Safvan bin Assal el Muradi radiyallahu anh onun yanına geldi. Dedi ki: ya Resulallah ilim talep etmek üzere geldim. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “İlim talibine merhaba! Şüphesiz melekler ilim talibini kanatları ile sararlar. Sonra talep ettiği şeyi sevdiklerinden dolayı dünya semasına kadar birbirlerinin üstüne binerler.” (Ahmed, Taberani, İbn-u Hibban sahih bir senedle)

İlmin faziletine delalet eden ve ilim talebini teşvik eden naslar ve deliller sayılmayacak kadar çoktur. Bu nedenle gerçek bir Müslüman ya alim olur ya da ilim elde etmek için eğitim görür, ilim talebesi olur başka değil.

İlim talebi ölüme kadar devam eder

Gerçek ilim tahsili ve eğitim kişiye bol miktarda gelir getiren ve sıkıntısı olmayan güzel bir hayata vesile olan yüksek bir diploma almak ya da medresede okunması belirlenen kitapları bitirip icazet almak sonra da yan yatıp mütalaa etmekten ve bilgi hazinelerini artırmaktan yüz çevirmek değildir. Asıl gerçek eğitim “De ki Rabbim ilmimi artır” (Taha: 113) emri uyarınca ilmi mütalaanın devam etmesi ve her gün biraz daha ilmi artırmak için çabanın sarf edilmesidir.

Kur’an-ı Kerim’in birden değil aksine 23 sene zarfında peyderpey inmesi ve son inen ayetlerin Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatının yaklaştığı zamanda inmesi; eğitimin, ilim talebinin mezara kadar devam ettiğine delalet eder.

Aynı şekilde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in son nefesine kadar sahabe-i kirama öğretmenlik etmesi, İslamî ahkam ve prensipleri talim etmesi öğretimin de mezara kadar olduğuna işarettir.

Hem ilmi ve ilim talebini emir ve teşvik eden nasların herhangi bir zamanla kayıtlı olmayıp mutlak olması da bu gerçeği alenen ortaya koymaktadır.

Bu nedenle gerçek ilim talibi medrese ve okul sürecini birer başlangıç kabul ederek icazet ve diplomayı ilim talebi için birer anahtar hükmünde görmeli ve asıl bundan sonra durmadan ilim talebi için gayret sarf etmelidir.

Selef-i salihin büyüklerimiz ilmi mertebeleri ne kadar yüksek olsa dahi ömürlerinin sonuna kadar ilmi artırma faaliyetlerinden ve eğitimi sürdürmekten vazgeçmezlerdi. İlmin canlı kalmasının ve gelişmesinin eğitim faaliyetlerinin devamı ile ancak mümkün olacağına, aksi taktirde ilmin büzülüp kuruyacağına inanırlardı. Bu konuda onların ilme ne kadar değer verip saygı gösterdiklerini, eğitim faaliyetlerine devam etmelerine ve sürekli olarak tatlı kaynaklarından içmelerine olan hırslarını ifade eden nice harika sözleri ve uygulamaları vardır.

O harika sözlerden birkaçını şu şekilde sıralayabiliriz:

İmam İbn-u Abdilberr bin Ebi Gassan şöyle demiştir: “Eğitim gördüğün, ilim tahsilinde bulunduğun müddetçe alimsin. İhtiyacının kalmadığını düşünüp eğitimi bıraktığın zaman cahil oluverirsin.”

Ebu’l Abbas Ahmed bin Yahya, ibn-ül Mübarek ve Said bin Cübeyr gibi alimler de (Allah’ın rahmeti hepsinin üzerine olsun) benzer ifadeler kullanmışlardır.

İmam Malik radiyallahu anh şöyle demiştir: “Bir ilim erbabının ilim tahsilini terk etmesi uygun olmaz.”

İmam Abdullah bin Mübarek’e: “Ne zamana kadar ilim talep edeceksin?” diye sorulunca “Ölünceye dek” diye cevap vermiş ve demiş ki: “Çünkü asıl istifade edeceğim kelimeyi henüz yazmamış olabilirim”.

İmam Ebu Amr bin Ala’ya sorulmuştur: “Bir insanın ne zamana kadar eğitim görmesi güzel olur?” demiş ki: “Ne zamana kadar hayatta kalması güzel ise o zamana kadar…”

Bazı alimlere sorulmuş: “Eğitim ne zamandan ne zamana kadardır?” Demiş ki: beşikten mezara kadardır.”

İmam Süfyan bin Uyeyne’nin: “İnsanlar arasında ilim talebine daha çok muhtaç kimdir?” sorusuna: “En bilginleri…” diye verdiği cevap ne de güzeldir. Bunun nedeni sorulunca da: “Zira ondan meydana gelecek yanlış ve hata en çirkin hatadır.” diye cevap vermiştir.

Hafız İbn-u Mende yirmi yaşında ilim talebi için sefere çıkmış dönünce yaşı altmış beş olmuştur. Bu dönüşten sonra evlenmiş, evlat sahibi olmuş ve birçok hadis rivayet etmiş ve ders vermiştir.

İşte İmam Fahruddin er-Razî (606) rahimehullah … Büyük müfessir, birçok te’lifatın sahibi; kelam ilminde, aklî ilimlerde ve diğer ilimlerde zamanında tek imam… Allah Teâlâ ona öyle bir ilmî nam ve şöhret vermişti ki ziyaret ettiği her beldede, girdiği her şehirde etraftan insanlar gruplar halinde ona doğru gelip etrafında toplanırdı. İşte bu İmam Merv şehrine girdiğinde ulema ve talebe toplulukları ondan ilim almak için ve onunla karşılaşma şerefine nail olmak için heyetler halinde onu ziyaret etmeye başladılar. Onu ziyaret edip meclisinde hazır bulunan talebelerin arasında neseb ilmini iyi bilen, yaşı yirmiyi geçmeyen, edepli ve temiz bir genç de vardı. İmam Fahruddin er-Razi neseb ilmi hakkında fazla malumat sahibi değildi. Ne zaman ki bu gencin neseb ilmini iyi bildiğini fark etti hiç çekinmeden ondan bu ilmi kendisine de öğretmesini talep etti ve ona öğrenci olmakta hiçbir eksiklik görmedi. Ondan ders almaya başladı ve öğrencisinin bütün ısrarlarına rağmen ders alırken onu kendi yerine oturttu kendisi de bir öğrenci gibi onun önünde diz çöktü. İşte bu olay İmam için tevazu ve yüksek derecenin açık işareti oldu. Bu durum onun ilimdeki büyük makamından bir şey eksiltmedi. Aksine o yine asrının imamı olarak kaldı.

Bu alimlerin kalplerinde ilim sevgisi ne kadar da güçlüdür, düşüncelerinde ilim ne kadar da yücedir, gözlerinde ilmin derecesi ne kadar da yüksektir?!.. Ve biz… bugün bu büyük seleflere uymaya, onları takip etmeye ne kadar da muhtacız!?.. (Dr. Ali Haşimî: Şahsiyyet-ül Müslim)

Bu büyük seleflerimiz «اُطْلُبِ الْعِلْمَ مِنَ الْمَهْدِ إِلَى الَّلحْدِ» (Beşikten mezara kadar ilim talep et!) ve «عَلَيْكَ بِالْحَرَكَةِ غَيْرِ السُّكُونِ» (Hiç durmaksızın hep hareket halinde olman gerekir!) gibi altın prensipleri uygulayarak dünyaya üstat ve rehber oldular.

Ez-Zernucî şöyle diyor: “Sonra ilim talibi için gayret, devamlılık ve ayrılmama gerekir. Kur’an-ı Kerimde Allah Teâlâ’nın: “Ey Yahya! kitaba var gücünle sarıl!” (Meryem: 12) ve “Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere elbette muvaffakiyet yollarımızı gösteririz.” (Ankebut: 69) sözleri ile buna işaret edilmektedir.” (Ez-Zernucî: Ta’lim-ül Muteallim)

Rabbim! bizi son nefesimize kadar ilmin hizmetinden ayırma!.. Âmîn!..

 

Bunu Paylaş: