Salih insan, hayırlı mal

Salih insan, hayırlı mal
Salih insan, hayırlı mal

Molla Abdulkuddus Yalçın

Amr bin As’dan radiyallahu anh rivayet edilmiştir. Dedi ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana haber yolladı. Onun yanına geldim. Bana, üzerime elbiselerimi ve silahlarımı alıp yanına gelmemi emretti. Ben de söylediklerini yaptım ve ona geldim. Abdest alıyordu. Başını kaldırıp bana baktı sonra indirdi. Sonra şöyle buyurdu:

“Ey Amr! Seni bir miktar asker başında (bir sefere) göndermek istiyorum. Böylece Allah sana ganimetler nasib eder ve seni sağ salim geri gönderir. Ben de sana maldan iyice veririm.”

Ben dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü ben mala rağbet ederek Müslüman olmadım. Ben İslam’a rağbet ederek ve Resulullah ile beraber olayım diye Müslüman oldum.”

Bana dedi ki: “Ey Amr! Salih malın salih kişide olması ne güzeldir.” (el Edeb-ül Müfred, Ahmed, şuab-ül İman)

Salih mal meşru yollarla kazanılıp Allah’ın emrettiği ve istediği şekilde harcanan maldır. Başka bir ifade ile salih mal helal ve hayırlı maldır. Salih kimse de meşru yolla kazanmış olduğu malını mülkiyet hakkıyla Allah’ın istediği şekilde harcayan, malın hakkını veren takva sahibi kimsedir.

İmtihan edilmek üzere dünyaya gönderilen insan bazı şeylerle sınanmaktadır. Bunlardan biri de dünya malıdır. Bu nedenle dünya malı insana tatlı ve süslü gösterilmiştir. Allah Teâlâ buyuruyor: “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel ve süslü gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.” (Nisa: 14)

İnsan nefsi de yine imtihan gereği dünya malı ve metaına karşı doymak bilmez şekilde hırslı yaratılmıştır. “Şayet insanoğlu için bir vadi dolusu altın olsa bir vadi daha olmasını isteyecektir. Onun ağzını ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.” (Buhari)

Tirmizi’nin rivayetinde ise: “Şayet insanoğlu için bir vadi dolusu mal olsa ikincisini isteyecektir, ikincisi olsa üçüncüsünü isteyecektir. İnsanoğlunun karnını ancak toprak doldurabilir. Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.”

Evet, iman ve takvanın verdiği kanaat mâni olmazsa insan dünyanın tamamını elde etmek için mücadele edecek. Her şeyin kendisine olmasını talep edecek. Buna engel olmak isteyeni hiç acımadan ve hiç düşünmeden bertaraf etmeye çalışacak. Bu konuda haklı olduğundan da şüphe etmeyecektir. Kısacası insan bir canavar olup ortaya çıkacaktır. Tarihte ve günümüzde hal-ı alem buna şahittir.

Bu nedenle İslam bazı sınırlar getirmiştir. Asıl hedefin Allah’ın rızası ve ahiret yurdu olduğunu, dünyanın ise ahireti kazanma aracı olduğunu belirlemiştir. Asıl hayatın ebedi olan ahiret hayatı olduğunu, dünya hayatının ise fani, geçici ve aldatıcı olduğu uyarısını vererek; aldanmamayı, gaflete düşmemeyi, zulmetmemeyi, asıl görevini unutmamayı dolayısıyla ebedi nimetleri ebediyen kaçırmamayı insana tembihlemiştir.

Buna binaen Kur’an-ı Kerim’de ve sünnet-i seniyyede dünyanın değersiz olduğu, dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğu sık sık vurgulanmış ki insanın dünyaya karşı olan hırsı ve tamahı dengede kalıp tehlikeli boyutlara varmasın.

“Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Keşke bilseler!” (Ankebut: 64)

“Dikkat edin! Şüphesiz dünya lanetlenmiştir. İçindekiler de lanetlenmiştir. Ancak Allah’ın zikri, Allah’ın sevdiği ve alim ya da ilim öğrenmeye çalışan müstesnadır.” (Tirmizi)

İşte salih insan dünyaya ve dünya malına bu pencereden bakan kimsedir.

Salih insan dünyayı ahiretin tarlası görüp, dünya malını Allah’a kulluk ve ahiretin kazanması için bir vesile kabul eder, bu nedenle ihtiyaç ve nafaka için çaba sarf etse de dünya ehli gibi dünyaya meyl etmez, menfaati uğruna kimseye zulmetmez, kimsenin hakkına tecavüz etmez.

Salih insan malın çoğunu kalbi hastalıklardan sayar.

Allah Teâlâ buyuruyor: “Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip alay eden kimsenin vay haline! Malının kendisini ölümsüz kılacağını sanır.” (Humeze: 1-3)

Süfyan bin Said’den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Hz. İsa Aleyhisselam şöle derdi: “Dünya sevgisi her hatanın başıdır. Malda da büyük bir hastalık vardır.” Hastalığı nedir? Dediler. Dedi ki: “Mal sahibi kibirlenmekten ve böbürlenmekten selim ve emin olamaz.” (Büyük zatlar) demişler ki: Bundan kurtulsa bile malın bakımı onu Allah azze ve celle’nin zikrinden alıkoyup meşgul eder. (Şuab-ül İman)

Ancak beraberinde şükür varsa malın zararı yoktur.

Abdullah el-Cühenî’den rivayet edilmiştir. O da babasından sonra dedesinden nakletmiştir. Dedi ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allahtan korkup sakınan için zenginliğin zararı yoktur. Ancak takva sahibi için sıhhat zenginlikten ve gönül hoşluğu olan nimetlerden hayırlıdır.” (Beyhakî: Âdab)

Seyda molla Halil siirdî “Nehc-ül Enam” adlı manzum eserinde bu konuyu şöyle dile getirmiştir:

“Eger dewlemendek qewî şakir’î

Çi kî tû ji fiqra digel sabirî”

Yani: Şayet şükreden güçlü bir zengin isen sabırla beraber olan fakirliği ne yaparsın? Yani şükreden bir zengin olmak sabreden bir fakir olmaktan iyidir.

Şükreden zengin..! malını helal yoldan kazanmış, harama hiç tevessül etmemiş, kimseyi kandırmamış, kimseye haksızlık etmemiş, malının zekatını vermiş; fakirin, zayıfın, yetimin, kimsesizin hakkını yememiş, hak sahiplerinin hakkını ve nafakasını vermiş, sadaka ve infakta bulunmuş, cimri ve pinti olmayan kimsedir.

Âmir bin Sa’d bin Vakkas’tan (radiyallahu anh) rivayet edilmiştir. Dedi ki: “(Babam) Sa’d kendisine ait bir miktar deve ve koyunları içindeydi. Oğlu Ömer yanına geldi. Sa’d onu görünce dedi ki: “Bu gelen atlının şerrinden Allah’a sığınırım”.

Ömer babasının yanına varınca dedi ki: “Babacığım! Sen bir bedevi olarak develerinin ve koyunlarının arasında kalmaya devam et. İnsanlar da Medine’de hükümdarlık konusunda birbirleriyle tartışsınlar öyle mi? Sen bu duruma nasıl razı olabilirsin?

Sa’d eli ile onun göğsüne vurdu ve dedi ki: Yavrum sus! Ben Resulullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) işittim şöyle buyuruyordu: “Şüphesiz Allah takvalı, zengin, gizli ve âbid olan kişiyi sever.” (Beyhaki: Âdab)

Salih insan israf ve savurganlıktan uzak durur.

Çünkü Allah Teâlâ buyuruyor ki:

“Yiyin, için, fakat israf etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf: 31)

“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma. Çünkü (malını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (İsra’: 26, 27)

Salih insan harcama ve infakta dengeli hareket eder.

Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma), hem de onu büsbütün açıp saçma (israf etme); aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın.” (İsra’: 29)

İmam Hasan el-Benna: “Biz Ekonomik bir cemaatiz. Zira Hz. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Salih bir mal, salih bir kul için ne kadar da güzel bir şeydir.” Buyurmuştur.” Derken herhalde buna işaret etmiştir.

Üstad Bediüzzaman rahmetullah aleyh ise şunları söylemiştir:

İktisad, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. İktisad eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez. Evet iktisad, kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, hadd ü hesaba gelmez. (Lem’alar)

Evet, iktisadda bereket vardır. Huzur vardır. Kanaat ise bitmeyen, tükenmeyen bir hazinedir.

Hulasa:

Müslüman insan, salih insan, ekonomik insandır. İsraf etmez, savurmaz, cimri davranmaz, hak yemez, gasb etmez, çalmaz, rüşvet almaz, faiz yemez, dünyaya hırs ile yapışmaz; iktisad eder, yerinde harcar, zekâtı ve nafakayı eksiksiz verir, hak sahiplerinin hakkını zamanında ve güzellikle verir, Allah yolunda infak eder, sadaka verir.

Salih olmayan insan, yukarıda zikredilen vasıfların hiçbirisini ya da birçoğunu taşımaz. Dünyaya hırsla bağlanır. Kanaat ve bereketten mahrum kalır. Gözü doymaz. Daha fazla refah için daha fazla harcamaya, dolayısıyla daha fazla mala ve zenginliğe ihtiyaç duyar. Bu nedenle daha çok çalışması gerekir. Bu da yetersiz kalır çoğu zaman. Bu sefer hileye, çalmaya, gasb etmeye, faize, yalana, uyuşturucuya, fuhuşa, kumara, rüşvete, tehdide ve her türlü gayr-ı meşru yola ve zorbalığa başvurur.

İşte batı adamının ve gayrı müslim insanın ruh hali budur. Eli ve cebi deliktir. Aç bir canavar gibi sağa sola saldırır.

Dünyadaki özellikle de İslam alemindeki yıkım, talan, tecavüz, göç dalgaları, sayısız cinayetler ve gözyaşı da büyük ölçüde bunun eseridir.

Üstad Bediüzzaman (rahmetullahi aleyh) ne güzel söylemiş: “İman insanı insan eder belki de sultan eder. Küfür insanı gayet aciz bir canavar hayvan eder.”

Rabbim! Bizi salih ve hayırlı malı verdiğin salihlerden eyle!.. Âmîn!..

 

Bunu Paylaş: