Fıkhi Hükümlerin Zamana Ve Şartlara Göre Değişmesi

MEHMET ŞENLİK

Fıkhi hükümlerin değişmesinde etkin rol oynayan faktörlerden biri de çevre (mekân, iklim, coğrafya) faktörüdür. “İnsan yaşadığı ortamın ürünüdür.” İnsan karakteri yaşadığı doğal ve sosyal ortamın oluşturduğu koşullara bağlı olarak biçimlenir. Farklı coğrafi bölgelerde, farklı iklim koşullarında yaşayan her insan topluluğu, farklı gelenek, adet, tarih, karakter ve özelliklere sahiptirler. Bu farklılığa bağlı olarak da sosyal yapıları farklı bir şekilde ortaya çıkar. Bunun tabii sonucu olarak da kurumları düzenleyen hukûki hükümler de farklı olacaktır.Genel itibariyle tarihsel süreç içinde toplumların referans aldığı hukuk sistemlerinin, iki orijinden kaynaklandığını görmekteyiz. Birincisi, İlahi iradenin esas alındığı vahiy destekli hukuk, diğeri de insanın akıl ve tecrübeleri sonucunda şekillenen hukuk. Bu hukuk sistemlerinden birincisine, vahiy kaynaklı ilahi hukuk, diğerine de beşer aklının ürünü olan beşeri hukuk denilmektedir.

Beşeri hukukta onu getiren insanlar değiştikçe o da onlarla beraber değişmektedir. İlahi hukukta ise, hiçbir zaman değişmeyen hükümler (sabiteler) olmakla birlikte, zaman ve şartların değişmesiyle değişebilen hükümler de vardır. Bu durum Mecelle`de şöyle formüle edilmiştir. “zamanların değişikliğiyle ahkâmın değişikliği inkâr olunamaz.” (Mecelle, Mad, 39)

Bu ilkede dile getirilen ve günümüzde de çeşitli yönleriyle tartışmalara sahne olan fıkhi hükümlerin değişmesinin boyutu, saha ve sınırları ne olacaktır? Fıkhın ihtiva ettiği bütün hükümler herhangi bir sınırlama olmaksızın bu değişikliğe açık mı olacak? Yoksa her türlü olumsuzluğa rağmen geçmişte fıkıh adına konulan hükümler hiçbir değişikliğe tabi tutulmadan devam mı edecek? İşte bu yazımızda bütün bu sorulara açıklık getirmeye çalışacağız.

Kuşkusuz İslam fıkhında değişmeye kapalı alanlar bulunduğu gibi açık alanlar da vardır. Değişime kapalı alanlar, açık nassa dayalı ve içtihada kapalı olan sabit kaidelerdir. Değişime açık alanlar ise içtihada açık, ta`lil edilebilen maslahat-ı amme, zarurat ve hacetlere dayanan esnek kaidelerdir.

Belirli ölçüler dahilinde değişmeye açık olan hükümleri şu şekilde özetlemek mümkündür:

1-Maslahata bağlı olan hükümler.

2-Özel teşrî getiren (herhangi bir olaya özgü kılınan) hükümler.

3-Ta`lil edilebilen (içtihada açık) hükümler,

4-Vesâil (vesile-araç) türünden hükümler.

5-Örf ve âdete bağlı olan hükümler.

Burada bütün bunlarla alakalı izahatları, bir makaleye sığdırmamız mümkün değildir. Ama bir kaçını örnekleriyle izah etmeye çalışacağız inşallah`u Teâla.

Maslahata bağlı olarak değişen hükümler:

Kulların maslahatı, zararlı olan şeyleri onlardan defeden, yararlı olan şeyleri de onlara kazandıran bir olgudur. Kullara yararlı olan şeylerin gözetilmesi ve zorluk getiren şeylerin kaldırılması şeriatın esasıdır. Allah`ın şeriatı maslahatlar üzerine bina edilmiştir. Kur`an ve sünnette insanların maslahatıyla zıtlaşan hiçbir nas bulunmamaktadır. “Allah dinde sizin üzerinizde bir zorluk bırakmamıştır.” (Hacc: 78)

Maslahatlar İslam fıkhının esnek yüzüdür. Usûl âlimleri fıkhın temel gayelerini esas alarak maslahata binaen değişebilen hükümleri dört noktada ele almışlardır:

A-Zaruriyat (zaruri maslahatlar); bunlar toplumun varlığını ve düzenini, insanların dini ve dünyevi maslahatlarını koruyabilmesi için kaçınılmaz olan değerler topluluğunu ifade eder. Bunlar yitirildiği zaman hayatın düzeni bozulur, anarşi kol gezer. Bu bağlamda din, can, akıl, nesil ve mal gibi değerlerin korunması zaruri değerler olarak ele alınır. Bunların korunması için helal seçenek yoksa geçici olarak ve ihtiyaç kadar haramlar bile mubah olur.

B-Haciyat (İhtiyaca binaen ortaya çıkan maslahatlar); bunlar insanların yaşantılarını kolaylık içinde sıkıntıya düşmeden sürdürebilmek için muhtaç oldukları düzenlemeler topluluğunu ifade eder. Mesela oruçlu kimsenin seferde veya hasta halinde iftar etme ruhsatı gibi.

C-Tahsiniyyat (güzelleştirici maslahatlar); bunlar, kâmil insan, üstün ahlak ve güzel davranış vasıflarına uygun düşen durumları ifade eder. Mesela avret mahallini güzel bir şekilde örtmek, örfe adaba uygun giyinmek, nafile ibadetler ve yeme içme adapları gibi.

D- Kamu yararına olan maslahatlar (Mesalihi mursele); bunlar şeriatın, hakkında sükût ettiği ve hükümde nassa dayalı bir denginin de bulunmadığı maslahatlardır. Mesela Kur`an-ı Kerim`in tek bir mushafta cem edilmesi, trafikte sağ tarafı takip etme kanunu, mesalih-i murseledendir. (Muhammed Said Mursi, usulüli İşrin, s, 102-103)

Örf ve âdetlere bağlı olan hükümler:

Fıkıh uleması nezdinde bilinen bir gerçektir ki, zamanın değişmesiyle değişen hükümler, örf ve adet üzerine bina edilmiş olan hükümlerdir. Çünkü zamanın ilerlemesiyle insanların ihtiyaçları da sürekli değişip durmaktadır. Bu değişimle bağlantılı olarak aynı zamanda örf de değişir; örfün değişmesiyle onun üzerine bina edilmiş hükümler de değişir.

Ancak açık şer`i delillere istinad eden, orada herhangi bir maslahata bağlı olarak zaman ve mekân şartı bulunmayan, örf ve adet üzerine de bina edilmeyen hükümlere gelince, onlar (zaruret hali müstesna) asla değişmezler. Örneğin bilerek ve kasten adam öldüren kimseye verilecek kısas cezası asla değişmez. Çünkü bu, örf ve âdet gibi arızi sebepler üzerine bina edilmiş değildir.

Zaman Faktörünün Hükümlerin Değişmesine Etkisi:

Tarihsel olarak geçen zaman süreci içinde her şey değişmektedir. İktisadi ve içtimai meselelerde değişmeden, olduğu gibi kalan hemen hemen hiçbir şey yok gibidir. Bu gibi meselelerdeki değişiklikler, maslahat ve mefsedet ekseninde seyreder.

İslam hukuku teşri ve tedvin dönemindeki ihtiyaçları düzenlemek için konulmuştur. Zamana bağlı olarak, hukukun tedvinini gerektiren altyapı değişmişse –ki değişmiştir- ilgili hükümlerin de değişmesi zaruri bir hal alır. Zira hiçbir sahada bugünkü ulaşılan konum, dünküyle aynı değildir. Dünün toplumunun hukuki problemleriyle günümüz toplumunun hukûki problemleri ne nitelik ne de nicelik bakımından aynı değildir. Çünkü ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi yapı gün geçtikçe farklı niteliklere sahip olmaktadır. İbn Haldun, Mukaddimesinde bu gerçeği şöyle dile getirmektedir:

“Cihanın ve milletlerin hal, âdet ve mezhepleri tek çizgi üzerinde ve sabit bir yoldan devam edip gitmez. Bunlar zaman içinde bir halden diğerine değişip dururlar… Allah`ın kulları üzerinde, öteden beri, kanunu budur.” (İbni Haldun, Mukaddime, s. 24)

Ta`lil ve ictihada açık hükümlerin değişmesi:

İslam hukukunda içtihatla elde edilen hükümlerde zaman önemli bir etkendir. Örneğin Ebu Hanife`nin yaşadığı zaman diliminde toplumun genelinde dürüstlük hâkim durumdaydı. Bu nedenle şahitlerin tezkiyesine gerek duyulmamış zahiren adalet vasfını taşımaları yeterli görülmüştü. Fakat zamanla toplumun genel ahlaki yapısının değişmesi sebebiyle, onun talebeleri İmam Muhammed ve İmam Ebu Yusuf, şahitlerin tezkiye şartını gerekli görmüşlerdir. (Mevsıli, el-İhtiyâr, II, 141)

Yine aynı şekilde İmam Ebu Hanife ve İmam Malik`in, Hâşimoğullarına ve Ehli Beyt`e zekât verilmesini yasaklayan hadisi şerife rağmen, yaşadıkları dönemdeki olumsuz şartları göz önüne alarak onlara zekât verilebileceğini ifade etmişlerdir. Bu görüş, hükümlere kaynaklık eden nassların yorumlarının zamanla değişebileceğini gösteriyor. (Şelebi, Ta`lîlü`l-Ahkâm, s. 311)

Çağımız İslam bilginlerinden Mustafa Zerkâ`nın şu tespiti konuyu gayet güzel bir şekilde ifade etmektedir: “Zamanla değişen hükümlerdeki bu değişme tek bir ilke çerçevesinde cereyan eder. O da celb-i menfaat def-i mefsedet ve hakkın yerine getirilmesidir. Aslında değişen şey, Şâriin gayesine ulaştırmak üzere hükümlerin bağlandığı vesilelerdir, hükümler değil. Bu vesileler de her zaman diliminde daha uygunu ve problemin çözümünde daha etkili olanı seçilebilsin diye din tarafından sınırlanmamış mutlak olarak bırakılmıştır.” (Mustafa Zerka, el-Medhal, II, 911)

Yukarıda verdiğimiz örneklerde, şer`i hükmün, üzerine bina edildiği illet veya âdetin zamanla değişmesine tâbi olarak hüküm de değişmiştir. Böylece sosyal ihtiyaçların ve bunları karşılayan çarelerin (mesâlih) değişmesiyle fıkhi içtihatların bir kısmı değiştiği gibi hukuk ile ilgili nassın yorumu da değişebilmektedir. Hukuki hükümlerin değişmesinde zaman doğrudan etkili değildir. Belirli bir zaman diliminde gerçekleşen örf ve âdet, siyasi ve ekonomik şartlar, hukuka kaynaklık eden nassların yorumlanmasında önemli boyutta etkindir. Bu durum sadece İslam hukuku için değil bütün hukuk sistemleri için de geçerli bir realitedir.

Çevre ve Sosyal Şartların Hükümlere Etkisi:

Fıkhi hükümlerin değişmesinde etkin rol oynayan faktörlerden biri de çevre (mekân, iklim, coğrafya) faktörüdür. “İnsan yaşadığı ortamın ürünüdür.” İnsan karakteri yaşadığı doğal ve sosyal ortamın oluşturduğu koşullara bağlı olarak biçimlenir. Farklı coğrafi bölgelerde, farklı iklim koşullarında yaşayan her insan topluluğu, farklı gelenek, adet, tarih, karakter ve özelliklere sahiptirler. Bu farklılığa bağlı olarak da sosyal yapıları farklı bir şekilde ortaya çıkar. Bunun tabii sonucu olarak da kurumları düzenleyen hukûki hükümler de farklı olacaktır.

Şu bir hakikattir ki, değerler, düşünceler ve bunların sonucunda aynı olaya gösterilen tepkiler, yöreden yöreye, ülkeden ülkeye farklılık arz etmekte; bazı yöreler için yüz kızartıcı kabul edilen bir olay, farklı bir yöre için göğüs kabartıcı olabilmektedir. Bütün bunlar, “farklı yöreye farklı hüküm” ilkesini zaruri kılmaktadır. Nitekim dünya üzerinde farklı bölgelerde -aynı kaynaktan beslenmesine rağmen- farklı hukuki hükümlerin varlığını sürdürmesi bu realitenin tabii bir sonucu olsa gerek.

Olaya İslam hukuku cihetinden baktığımız zaman, aynı metodoloji ve aynı argümanları kullanan müçtehitlerin, çevre vb. nedenlerle farklı hükümlere ulaştıklarını görmekteyiz. Hatta İmamı Şafii`nin coğrafi şartlardan dolayı farklı görüşleri olmuştur. Onun Bağdat`ta verdiği fetvaları ile Mısır`da verdiği fetvaları arasında kısmi de olsa –kavli kadim ve kavli cedid, yani eski görüşü ve yeni görüşü- şeklinde farklılık vardır.

Aslında bu yadırganacak bir durum değildir. Her şeyden önce böyle bir durum hukukun dinamizmi, esnekliği ve çeşitli alternatiflerin ortaya çıkması açısından önemli bir faktördür. Ancak bütün bu değişiklikleri, hukukiliğin bir referansı olarak değerlendirmek gerekir. Her yeni bir şeyi yukarıda belirttiğimiz ölçülere vurmadan, araştırmadan almak doğru olmadığı gibi, her eskiyi de “işe yaramaz” düşüncesiyle bırakıp terk etmek de doğru değildir. Her şeyden önce hukukiliğin, alınacak ve atılacak şeyleri belirlemenin makul, objektif, insan tabiatına ve yaratılış amacına uygun ölçüleri ve ilkeleri vardır, buna dikkat edilmesi gerekir.

Check Also

İlahi azabın sebebi; ölçü ve tartıda hile:

MEHMET ŞENLİK “Ölçü ve tartıyı tam ve doğru yapınız, insanların eşyalarını eksik vermeyiniz, yeryüzünde dirlik-düzen …